22 Eylül 2011 Perşembe

Kadınlığıma Yolculuk

Gerek bir yönetici koçu olarak beraber çalıştığım, gerek özel hayatta tanıştığım kadınların büyük bir kısmının şikayetlerinin temelinde kendileri için başkaları tarafından belirlenmiş olan tanımlara uymak adına; kadınlık öz doğalarından , dişi enerjilerinden ve güçlerinden, sezgilerinden, duygularından, bedenlerinden, ruhlarından kopuk bir yaşam sürmelerinin yattığını gözlemliyorum. Dolayısıyla kimileri kendilerini gerçekleştirememekten, yalnızlıktan, yakın ilişkiler kuramamaktan yakınırken, kimileri sağlıklı sınırlara sahip olunamayan etkinlikler yumağı haline dönüşmüş ilişkiler içinde herkes için her şey olmaya koşullandırılmış bir durumda kendilerini tükenmiş hissetmekten şikayetçi. Bazıları bedenlerine ve güzelliklerine takıntı derecesinde önem verirken, bazıları bedenlerinden ve bedensel ihtiyaçlarından bihaber olarak yaşıyor. Kimileri kendilerini sadece eşine ve çocuklarına ya da işlerine ve kariyerlerine, vs adayarak rollerinin dışında kendilerinin kim olduklarını unutmuş şekilde otomatiğe bağlamış olarak sürdürüyorlar hayatlarını. Bazıları aşırı duygusal tepkilerle kurban rolunu oynarken, bazıları erkeklerin kulvarında daha erkeksi özelliklerle yarışmakta.
Kadınların öz doğalarıyla ve bedenleriyle kopuk bir şekilde yaşaması sadece duygusal ve zihinsel problemler yaratmakla kalmıyor, aynı zamanda fiziksel rahatsızlıklar olarak da kendisini gösteriyor. Kadın hastalıklarında, ağrılı ve problemli adet dönemlerinde , kanserde, oto immun hastalıklarda gün geçtikçe daha büyük bir artış söz konusu.

Zamanımız kadınlarının kimisi dışarıdan her şeye sahip gibi görünseler de, toplum tarafından başarılı, prestijli, güzel, güçlü, iyi bir aileye sahip, vs olarak adlandırılsalar da, kendi içlerine baktıklarında hep bir şeyler eksik, bir tatminsizlik duygusu hakim. Tanımlayamadıkları bir şeye özlem duygusu ağır basıyor. Öz doğalarından, yaşam kaynaklarından beslenemeyen kadınlar boşalan içlerini dışarıdan gelecek bazı şeylerle doldurmaya çalışıyorlar ya da çeşitli aneztezilerle kendilerini uyuşturmayı tercih ediyorlar. Sürekli bir açlık hissiyle , bir şeyler kaçırıyorum hissiyle temastalar, çünkü aslında bir şekilde serumla besleniyorlar, ölmeyecek kadar besin alıyorlar ama yaşamdan tat alamıyorlar, dışardan duygusal, ruhsal olarak beslenmeye bağımlı durumdalar. Bu durum sürekli bir kaybetme korkusu getiriyor, çünkü kendi dışında ister fiziksel, ister duygusal ya da ruhsal nelerden beslendiğini zannediyorsa , bunların hayatından çıkması durumunda aç kalıp ölmekten, yok olmaktan korkuyorlar adeta. Kendi merkezlerini kaybediyorlar, dışarıdan gelebilecek herhangi bir şeyden hemen etkilenir oluyorlar, bu sayede tüm güçlerini dışarıya vermiş oluyorlar. Dışarıdan bir kimsenin ya da bir şeyin onları bulunduğu durumdan çıkarmasını, onları doyurmasını , beslemesini bekliyorlar, beyaz atlı prenslerini beklermişcesine. Kimileri terapistler, depresyon ilaçları, tüketimle, kimileri çeşitli eğitim ve kitaplarla, kimileri yemek, alkol, ilişkiler gibi çeşitli bağımlılıklarla farkında olmadan hep içlerindeki bu boşluğu doldurma çabası içinde buluyorlar kendilerini. Çünkü çok derinlerde bir yerde öz doğalarıyla uyum içinde yaşamadıklarını, hatta ona ihanet ettiklerini biliyorlar. Aslında onlar da çok iyi biliyorlar ki beyaz atlı prens diye bir şey yok. Dışarıda onları kurtaracak birileri de yok. Atalarımız çok güzel söylemiş, taşıma suyla değirmen dönmez. Kendi içlerindeki kaynakla buluşup, onu kullanmayı öğrenmedikçe, sürekli bir açlık ve susuzluk halinde yaşamlarını sürdürmekten başka seçenekleri kalmayacak, o zaman kendi istedikleri bir yaşamı değil , onlar için sunulan ya da razı oldukları bir yaşamı seçmiş olacaklar. Halbuki kadınların ben gerçekten ne istiyorum sorusunu kendilerine sorma cesaretini göstermeleri gerekiyor. Bu da kendini gerçekten tanımayla ve farkındalıkla olabilecek bir şey.

Çok sevdiğim “Kurtlarla Koşan Kadınlar” adlı kitabın yazarı Clarissa Estes ‘in öz doğamız olmadığında yaşamımızın neye benzeyeceğine dair çok etkileyeci bir yazısı var:

Öz doğamız olmadığında kadınlar onun gönül sohbetini işitecek ya da kendi içsel ritimlerinin vuruşlarını kaydedecek kulaklardan yoksun kalır.
Onsuz, kadınların içgözleri karanlıklara bürünmüş bir el tarafından kapatılır ve günlerinin büyük bir bölümü, kısmi felç yaşatan bir can sıkıntısı ya da türlü hüsnükuruntularla geçer.
Onsuz, kadınlar ruhlarının bastığı yerin sağlamlığını yitirirler. Onsuz, neden burada olduklarını unutur, hareket etmeleri gerekirken durur, durmaları gerekirken hareket ederler. Onsuz, çok fazla ya da çok az şey üstlenir ya da hiçbir şey yapmazlar. Onsuz ateş üstündeyken bile suskundurlar. O, kadınların düzenleyicisidir, duygusal yüreğidir, fiziksel bedeni düzene sokan insan yüreğinin aynısıdır.


Oysa zihnimizin yanında bedenimizin bilgeliğini, sezgilerimizi de kullansak ; yumuşaklığın, beklentisizliğin, şevkatin içindeki gücümüzü, bilgeliğimizi hissedebilsek ve sahiplensek...Var olabilmek için, kendimizi bu denli kasmanın ve bu kadar çaba harcamamızın gerekmediğini anlasak. Evrene güvenip kendimizi bir bırakabilsek...İşte o zaman her şeyi kontrol etmeye çalışmanın bedelini göreceğiz, kalbimiz huzur bulacak, içimizdeki gömülü Tanrıça’yı keşfedip, ifade edebileceğiz.


Kaynağımızla, öz doğamızla irtibata geçebilmek için öncelikli olarak kaynağımızdan koptuğumuzun, hortumla beslendiğimizin farkına varmamız gerekiyor. Çoğumuz maalesef öyle büyük bir uyku içindeyiz ki canımızın yandığının bile farkında değiliz, önce canımın yandığını farketmem gerekiyor ki acımı dindirmek için bir şeyler yapabileyim. Dolayısıyla bu yazıyı okurken biraz içiniz sıkıldıysa ve kendinizden de bir parça bulduysanız bu iyi bir işaret, sakın umutsuzluğa kapılmayın, uyanmak için ilk adımı atabilirsiniz böylece, bu öz doğanın dışarı çıkma zamanının geldiğinin göstergesi, bu fırsatı iyi kullanın. Bunu hissettiğinizde kendinizi acıların kadını olarak görüp kendinize acıyabilirsiniz ya da dayanamayıp kendinizi uyuşturmaya çalışabilirsiniz çeşitli aneztezilerle ya da kendinize türlü türlü yalanlar söyleyerek. Ya da büyük bir kararlılık ve odakla yaşamınızın sorumluluğunu ele alıp gerçekten istediğiniz bir yaşamı yaratmak için eyleme geçebilirsiniz. İçinize, kaynağınıza doğru bir yolculuğa çıkabilirsiniz. Siz hangisini tercih ediyorsunuz? Yazılanlar sizin için çok yabancıysa ne mutlu size, demek ki siz uyanma yolunuzda baya bir aşama kat etmişsiniz ya da hiç kopma yaşamadınız. Ama dikkat edin, kendinize yalan söylüyor olmayın sakın, bu farkındasızlığın bir oyunu olmasın! Çünkü bazı durumlarda kör noktalarımızı fark etmek çok zor olabiliyor. Öyle siyah gözlüklerle bakıyoruz ki, önümüzdeki bariz şeyleri göremeyebiliyoruz. Eğer kendinize yalan söylemediğinize eminseniz o zaman sizler de diğerlerine destek olabilmek için kolları sıvayabilirsiniz.

Biz kadınlar olarak kendi dişi özelliklerimize değer vermedikçe, onları birer zayıflık olarak görüp bastırmaya çalışıp, başka bir cins gibi olmaya çabaladıkça asla kendi gücümüzü elde edemeyeceğiz ve kendimizi daha da değersiz hissedeceğiz. Kendimize bunu yaparken, birbirimize destek olmazken, başkalarının farklı davranmasını bekleyemeyiz. Önce kendimiz dişi tarafımızın değerini anlayıp, onu sahiplenmeliyiz, kadınlığımızla gurur duymalıyız. Dünyanın dişi enerjiye, farkındalık sahibi, şevkatli, yaratıcı, yumuşak, besleyici, bilge dişi enerjiye ihtiyacı var. Ama önce kendimizin kendimize ihtiyacı var. Kendinize, kaynağınıza doğru yolculuğa çıkmak için daha ne bekliyorsunuz?

Aylin Kafalı Deniz

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder